Atatürk Kültür Merkezi

10 Yıldır Çıplak Kalmış Bir Yapının Varlığını Sürdürmesi Mümkün mü?

Yaklaşık 10 yıldır kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) akıbeti belli oldu. Taksim’de yeniden inşa edilecek olan AKM’nin projesi binanın mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından tasarlandı. Yeni AKM üzerinde tartışmalar sürerken Murat Tabanlıoğlu ile konuştuk.

Kapılarını 2008’de kapatan Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) akıbeti yıllardır konuşuluyordu. İstanbul II Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 20 Ekim tarihli ve 5785 sayılı kararıyla AKM’nin cephe görünüşünü, fonksiyonunu ve ismini koruyacak şekilde hazırlanmış yeni avan projeyi uygun buldu. Yıllardır tartışmalara konu olan AKM’nin yeni hali Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı tanıtım toplantısıyla açıklandı.

Tanıtımda yapılan açıklamaya göre daha önce 1300 kişilik olan AKM yenilendikten sonra 2 bin 500 kişilik büyük bir opera salonuna kavuşacak. Mevcut AKM’ye eklenecek yeni binada 800 kişilik tiyatro salonu, 1.000 kişilik konferans salonu, 285 kişilik sinema salonu, 250 kişilik oda tiyatrosu, sergi salonu, kütüphane ve 885 araçlık otopark bulunuyor. Zemin ve birinci kattan fuayelerin birleşmesi vasıtasıyla birbirlerine ve nihayetinde ana binaya bağlanan alçak yapılardan oluşan bu ikincil üniteler sokak seviyesinde, bağımsız mekanlardan ibaret olacak. Yeni oluşan bu kademeli binaların üzerinde bir park yer alacak. Binanın eski Boğaz panoramasına tamamıyla açık en üst noktasında ise bir restoran bulunacak.

Asıl tartışma lansman sonrası özellikle sosyal medya üzerinden mimarlar arasında sürdü. Genel eleştiri yıkım kararına yönelikti, cephenin eskisi gibi tutulması ise bir teselli olarak değerlendirildi. Prof. Dr. İhsan Bilgin IAN’a verdiği görüşte “Yeni projeyi eski atıl otopark alanını kültürel içerikli programları genişletmesi bakımından isabetli; eski opera salonu ile fuayelerini restore etmek yerine yıkıp yeniden yapması bakımından sorunlu buluyorum” dedi. Korhan Gümüş ise konuyla ilgili olarak şu görüşü veriyor: “Projenin en ilginç tarafı ana salonun bir yarım kürenin (kubbenin) içine alınmış olması. Bir bakıma geçmişteki çemberle (1995) temsil edilen cami projesi ile kutu gibi olan ‘kültür tapınağı’ arasındaki tansiyonu ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Ana binanın içinden diğer işlevlerin ayrılmış olması bence olumlu. Bu tür projelerin yönetiminde bu bir örnek teşkil edecek. Çünkü mimarlık biraz böyle bir şey. Örneklerle gelişir. Ancak bakanlık bu projeyi yönetemez. Bu durumda Tabanlıoğlu nasıl bir görev üstlenecek, bu çok önemli. Burada radikal bir adıma ihtiyaç var. Bu kadar sürede yetişmesi için mutlaka özel bir proje yönetimi oluşması şart. Bunun kadar önemli bir başka konu ise nasıl yönetileceği.” Prof.Dr. Sibel Bozdoğan bana verdiği görüşte “Dünyanın en güzel opera binası olup olmadığı mimari birikimle, bilgilerle ve örneklerle cok güzel tartışılabilir tabii ama tarihsiz ve bağlamsız bir vakumda yaşamıyoruz. Orijinal yapının sembolik önemi ve Türkiye’nin modern tarihine yaptığı şahitlik karşımızda dururken böyle bir tartışma bana çok anlamsız geliyor”dedi.

Tartışmalar sürerken Tabanlıoğlu Mimarlık ise ilk gün ana akım medyaya yaptığı açıklamalar dışında sessizliğini korudu. Kuşkusuz bu denli önemli bir yapının üzerine söylenebilecekler uzun sürecek, tasarımı, yıkımı, yapım ve işletme süreci hep gündemde olacak. Akıldaki soruları bir araya toplayıp Murat Tabanlıoğlu ile bir araya geldik.

10 yıl önce AKM için ilk proje hazırlandığında çokça eleştirilmişti. Tabanlıoğlu Mimarlık olarak neden o kadar çok eleştirildiğini düşünüyorsunuz?

Mimari üretim bir bina olmanın ötesinde, aynı zamanda kentsel bir ‘durum’ olduğu için, farklı ideolojik alanlardaki mesajların dışavurumu olarak da tezahür edebiliyor ve barındırdığı unsurların değerlendirilmesi sembolizm sınırlarında kalabiliyor. Dolayısıyla eleştirinin hangi hedefe doğru yapıldığı muğlaklaşıyor.

Tartışmalar sürerken Tabanlıoğlu Mimarlık ise ilk gün ana akım medyaya yaptığı açıklamalar dışında sessizliğini korudu. Kuşkusuz bu denli önemli bir yapının üzerine söylenebilecekler uzun sürecek, tasarımı, yıkımı, yapım ve işletme süreci hep gündemde olacak.

Sohbete ‘olumsuz’ bir soruyla giriş yapmış olmanız da aslında mimarlığın kendisine, yani temel fonksiyonlarına dair değil, üzerinde konuşulanlara, yani mimarinin iletişim fonksiyonuna dair bu yaklaşımın bir teyidi.

Mimarlık dayatmacı bir icra olamaz; bu ana prensip itibarıyla, eleştiriye açık olmak zorundadır. Sadece mesleki kaygıyla değil, seviyor-sevmiyor yaklaşımıyla da eleştirilmesi olağan, önünden geçen için de, direkt kullanıcısı için de bir hak, çünkü her yapı yaşadığımız çevrenin kalıcı bir parçası, hatta bazen yüzyıllarca. Eleştiri almayan bir yapı olduğunu sanmıyorum, özellikle kamuya açık bir bina olduğunda.

Belki neden karşı olunduğu sorusunu sormak, doğru cevabı bulmaktan daha verimli olabilir. Mimari, proje kağıt üzerinde tamamlandığında neticelenmez, çünkü o aşamada, hâlâ sadece bir öneridir. Ancak insanla temas ettiğinde, bina yaşadığında, hizmetini gerçekleştirdiğinde toplumsal kritiğe daha açık hale gelir.

Bu konu bir-iki örnekle sınırlı değil ancak, uzun uzun anlatmadan, sadece herkesin çok iyi bildiği iki yapıya değineyim. AKM’nin hemen hemen çağdaşı olan Centre Pompidou’nun almış olduğu reaksiyon ve bunun sonrasında Paris için ne anlama geldiği; bir diğeri de yakın zamanda gerçekleşen, sadece yapı olarak değil, kentsel yenilemeye tabi olan Royal Festival Hall için yaşanan izin ve kabul süreçleri. Süreç pek farklı değil. Ancak bugün bu yapıları insanlar nasıl kullanıyor, yönetimsel olarak nasıl değerlendiriliyor ve kente sunuluyorlar; asıl bunu etüd etmek lazım.

İlk projenin yapımı neden engellenmişti sizce? Ve ilk projenin yapılamamış olması neler kaybettirdi? 10 sene önce duran proje şehrin AKM gibi başat bir sanat yapısından mahrum kalmasına yol açtı. Bunca yıldır AKM neden boş duruyor?

Mimarlık kullanıcının, toplumun ihtiyacını, değiştirilemez, sabit verilerle bir arada değerlendirir, mesleki yeterliliğinin yanı sıra yüksek koordinasyon becerisiyle neticeye ulaşır; yani koşulları sağlayan mimar değildir; aksine var olan koşulları bildiği, inandığı en iyi şekilde değerlendirir.

Dolayısıyla, bu görev tarifi sınırları içinde, bu soru mimarlığa dair bir soru değil. Öte yandan bir kentin kültür-sanat seviyesi gelişmişlik seviyesini belirler; tabii ki bu alana açılan bir mekanın kapalı olmasının sonuçları belirgin.

Binanın tamamen yıkılması gerekli miydi?

Bulunduğu koşullarda, yaklaşık 10 yıldır çıplak kalmış, çok yıpranmış, 50 yaşında bir yapının, 2017 itibarıyla inşai olarak varlığını sürdürmesi mümkün olabilir mi?

Bir rekonstrüksiyon olarak ele aldığınızda da, güncellemek kaçınılmaz. Bir opera binası için asıl mesele görünenin ardındaki o dev makine diyebiliriz. Karmaşık ve doğru çözümlenmesi hayati olan o besleyici damarlar, arkadaki dev sistem doğru ve iyi çalışmazsa performanslar gerçekleşemez. Bizlerin izleyici olarak deneylediği ön kısım ise salon ve sahne; bu alanda da odaklanması gereken en önemli değer doğal akustik ve konforlu görüş açıları. Ve tabii ki yapının sağlıklı şekilde havalandırması, iklimlendirilmesi, sirkülasyonu ile ekonomik anlamda yapım ve işletme maliyetlerinin düşünülmesi gibi temel sorunlara doğru cevap vermek. Babam da aynı meselelere odaklanmıştı, bunu çok net olarak onun çok iyi tasnif ettiği ve sakladığı arşivinden okuyabiliyoruz. Duygusal kısmı kişisel, mimari ya da toplumsal bir mevzu değil.

Binanın yıkılacak olmasına yönelik eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? Tanıtım sonrası sosyal medyada büyük gündem oluşturdu bu konu ve en azından cephenin tutulması bir teselli gibi lanse edildi sosyal medyada. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Özellikle ilk günler, proje beklentilerin üzerine çıkmışcasına pozitif anlamda heyecanla karşılandı izleyebildiğim kadarıyla. Daha sonra ise beklenen, ikinci tecrübemiz olduğu için, klişe diyebileceğimiz, karşı yorumlar gelmeye başladı. Keşke daha iyisini yapmaya yönelik eleştiriler olsa. Kritikler genellikle fazlasıyla kişiselleştirilmiş. 2010 sürecinden biz her konuda çok şey öğrendik, bugün de bu bilgiyi ve tecrübeyi değerlendiriyoruz kendi tarafımızda. Ve tecrübe edinmeye devam ediyoruz.

Yeni projeyi hazırlarken nelere özellikle dikkat ettiniz?

Bunu metin olarak da paylaştık tanıtım gününden itibaren aslında, benim konuşmamda yer aldı. Dedim ki, opera binalarında ilk dikkati çeken unsurlardan biri her birinin ön cephesinde yer alan meydan. Çünkü meydanın sınırının oluşmasında bir kamu yapısının varlığı önemli. Üstelik de sanat/ kültür faaliyetlerinin birleştirici, buluşturucu etkisi bu meydanın işlevini artırıyor, zenginleştiriyor.

Bu tür yapıların tamamının özgün birer cephesi var, AKM’nin cephesi zaten geçmişle birlikte bu değeri taşıyor. Bu cephede yerleştirilen bir sistemle içeride oynanan temsil, dışarıda da halk tarafından, yüksel nitelikli bir ekran aracılığıyla seyredilebilecek.

Yeni haliyle de İstanbul’un kültür sanat ve sosyal ihtiyaçlarına cevap veren bir kültür merkezi ve Opera Binası olacak; bir ana işleve atanmış olsa da, günümüzde bu binalar farklı faaliyetler için de kullanılabilecek şekilde, kapsamlı bir altyapıda kurgulanıyor. Büyük konserlerin, geniş katılımlı kongrelerin veya çeşitli toplantıların yapılabilmesine imkan veriyor.

Biz bu projede, ana binanın içerisinde, 2 bin 500 kişi kapasiteli, doğal akustiğe sahip, opera ve baleye ayrılan bir salonu tutarak diğer tüm mekanları ana binanın dışına taşıdık.

Ana binanın içinden diğer işlevlerin ayrılmış olması bana göre çok olumlu. Biraz bu yeni işlevlerden, ek yapılardan bahsedebilir miyiz? Meydanı dönüştürücü bir özelliği olacak mı bu eklerin?

Diğer konser ve gösteri salonları, tiyatro salonları, sinemalar, kütüphaneler, tasarım dükkanları ve bunların arasında yer alan kafeler, restoranlar gibi alternatif, ikincil mekanları ise senelerce atıl kalmış olan depo ve otopark alanında, tamamen baştan kurgulayarak, daha etkin ve bağımsız olarak hizmet verebilecekleri şekilde ele aldık.

Birbirlerine ve nihayetinde ana binaya -zemin ve birinci kattan fuayelerin birleşmesi suretiyl bağlanan alçak yapılardan oluşan bu üniteler; sokak seviyesinde, kolay erişilebilir, birbirinden farklı işlevlere atanmış mekanlar olacak.

Bahsettiğim tüm fonksiyonlara ait mekanlar arasında oluşan sokağın etrafında, çeşitli kotlarda yer alacak. Bu kültür sokağının içinden geçilecek. Yeni planda, kültür yapısına ikinci bir giriş sağlanmış olacak. Dolayısıyla Atatürk Kitaplığı, Teknik Üniversite ve kongre vadisi yönünde ikinci bir meydan oluşacak. AKM, tek bir binadan, geniş kapsamlı, büyük bir komplekse dönüşmüş olacak ve bu noktada, yeni oluşan bu kademeli binaların üzerinde ise bir park elde edilecek.

Böylelikle, mesela nasıl New York’ta Lincoln Center’a sadece opera bale izlemeye gidilmiyorsa ve mekan geniş kitlelere açıksa, yeni AKM de aynı zamanda konserlerin, tiyatroların, sergilerin yapılabileceği, insanların önünde, çevresinde de vakit tam anlamıyla bir kent ve kültür merkezi olacak.

Projenin en ilginç tarafı ana salonun bir yarım kürenin (kubbenin) içine alınmış olması. Bu kırmızı kubbe hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Yüksek niteliklere sahip bir salon elde edebilmenin fiziksel, teknik ve mimari analizleri neticesinde vardığımız bir sonuç olarak bu formu denemeye karar verdik. İzleyici kapasitesi ve doğal akustik niteliğinin optimizasyonu arayışıyla çeşitli formlar üzerinde çalıştık. Operanın varlığının net olarak vurgulanması, bu fonksiyonu meydanla güçlü bir şekilde ilişkilendirme ihtiyacı ile özgün ama yine de tanıdık bir mimari unsur olarak -geometrik olarak doğru tanımlaması, meslektaşlarımızın da bildiği üzereelipsoit formu kullandık opera salonu için. Bildiğiniz gibi görünenin ardında, görünenden daha büyük bir sistem var, dolayısıyla bu elipsoit formun dayandığı noktada ‘back of house’ denilen, devasa bir tesis ve opera gibi karmaşık bir işlevin icrasına hizmet veren altyapı ve aynı zamanda prova salonları, kulis arkası alanı, sanatçı odaları gibi mekan örgütlenmesi var.

Atatürk Kültür Merkezi

Zarf mazruf ilişkisinde biz işlevi önceleyerek forma karar verdik. Hep söylüyorum, eleştirel yaklaşımlar olacaktır tabii ki, ancak ne geometri ne de bin yıldır var olan mimari uygulamalar konusunda icat çıkardık. 2 bin 500 kişilik bir opera salonu ve sahnesinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir form seçtik.

Tasarım sürecinde yararlanabildiğimiz software imkanlarından, mühendisliğin sunduğu çözümlemelere kadar, çok daha fazla imkana sahip olduğumuz 21. yüzyılda, kapasite ve nitelik açısından olduğu kadar, çevreyle ve toplumla da barışık bir tasarım ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Umarım sanatçı ve izleyicileri olduğu kadar, çok geniş çevrelerin doya doya kullandığı bir mekan ve çevre oluşturur yeni haliyle AKM.

Bu binanın yapım sürecindeki proje yönetimi nasıl olacak?

Yapının işletilmesi ve yapılanmanın organizasyonu, binanın yapılmasından daha fazla önemli. Yine aynı durum, yeniden keşfetmeye gerek yok, dünyanın birçok ülkesinde halihazırda çok iyi işleyen, fikir verecek örnekler var. Bu tür kültür ‘yapı-lanma-ları’ sosyal, bireysel olarak desteklenmeli, sanatın icrası da ancak böyle özgürleşebilir. Kültür merkezinin başarılı olması için kültür insanlarından oluşan yönetimin ve fon sağlayan destekçilerin varlığı kültür hayatına büyük alan kazandıracaktır. Ayrıca, binayı kullanacak kurumlararası iletişim de titiz bir program ve usul gerektiriyor. Uluslararası ve ulusal işbirlikleri için şimdiden bu oluşumun en azından kurgulanması gerek.

‘60’ların mimarisini bugün nasıl ele almalıyız sorusuna cevap ararken, yeni AKM, yapılamadığı süreçte olduğu gibi, bu yeni projeyle de güçlü bir örnek oluşturacak. Muhtemel doğrulardan ya da yanlışlardan biri olarak, başta akademiya olmak üzere, konuyla ilgili mimarlıktan kent planlamaya, restorasyondan felsefeye, sanat tarihinden sosyolojiye birçok disiplinden profesyonelin değerlendirmesine açık bir ‘vaka incelemesi’ olacaktır. Buna bir de işletme modeli dahil olabilir, ancak bu sadece mimarın koordinasyonu çerçevesinde olamaz; yapının fonksiyonları göz önünde bulundurulduğunda bu tür bir kültür işletmesi ancak disiplinlerarası bir yaklaşımla koordine edilebilir.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mıdır?

Mimar, mesleğini icra ederken imkan ve ihtimalleri, eldeki tüm verileri analitik bir bakışla optimum çözümü üretmek üzere değerlendiren, ne yapılacağına karar vermeyen ama nasıl yapılacağı konusunda birikimini verilerle harmanlayarak kente aktaran bir aracıdır.

Bir yanıt yazın