Mimarlıkta Yeni Nedir?

Mimarlıkta yeni nedir? Kimine göre değişim, dönüşüm kriterleri, kimine göre teknik bir ilerleme, kimine göre bizim topraklarımıza özgü olarak modernizm, kimine göre kentleşmede alınan bazı kararlar… Uzayıp giden bir konu ‘yeni’. Konuyu İhsan Bilgin, Sibel Bozdoğan, Korhan Gümüş, Cem İlhan, Selçuk Avcı, Nevzat Sayın, Deniz Erinsel Önder, Zeki Bol, Melike Altınışık, Celal Abdi Güzer, Cem Sorguç ve Gökhan Karakuş’a sorduk.

30 Mart’ta İstanbul’da yapılacak konferansın konusu YENİ olarak belirlendi. YENİ başlıklı oturumda Kreatif Mimarlık Kurucu Ortağı mimar Aydan Volkan, ve yazar Murat Gülsoy konuşmacı, Mimar, Editör ve Öğretim Görevlisi Heval Zeliha Yüksel ise moderatör olarak yer alacaklar. Kelime anlamı olarak her duyanın üzerinde çok olumlu bir algı oluşturduğu kesin. Kullanılmamış olan, en son edinilen, daha önce hiç söylenmemiş, görülmemiş, düşünülmemiş yani değişik olan manalarını ihtiva eden ‘yeni’ çok fazla iyiliği içinde barındırıyor. Diğer taraftan bu konunun mimariyi ilgilendiren kısmı olarak “Mimarlıkta yeni nedir?” sorusu uzunca bir süredir bizleri meşgul ediyor. Kimisine göre kelime anlamı olarak ilk defa ortaya çıkan üslup, kimisine göre değişim, dönüşüm kriterleri, kimisine göre teknik bir ilerleme, kimisine göre bizim topraklarımıza özgü olarak modernizm, kimisine göre kentleşmede alınan bazı kararlar… Uzayıp giden bir konu ‘yeni’. Konuyu İnsan Bilgin, Sibel Bozdoğan, Korhan Gümüş, Cem İlhan, Selçuk Avcı, Nevzat Sayın, Deniz Erinsel Önder, Zeki Bol, Melike Altınışık, Celal Abdi Güzer, Cem Sorguç ve Gökhan Karakuş’un görüşleri eşliğinde ele aldık.

  • Prof. Dr. Sibel Bozdoğan

Mimarlıkta ‘yeni’ nedir diye düşündüğümde, kelimenin birbiriyle çelişkili iki anlamı aklıma geliyor: Birinci anlamıyla ‘yeni’ geçici bir durumdur; zamansal olarak sadece en son ortaya çıkana ya da niteliksel olarak fiziksel olarak en taze, yeni bitmiş olana işaret eden bir kategoridir. Bugün yeni olan yarın eskir; her şey kendinden önce gelene göre ‘yeni’dir. Roma mimarlığı Antik Yunan’a göre ‘yeni’; Barok, Gotik’e göre ‘yeni’dir. Bu anlamda yeninin içkin bir üstünlüğü yoktur: 19. Yüzyıl’da 65 yaşında hayata veda eden Eugène Emmanuel Viollet-le-Duc’un dediği gibi, yeni buluşların eskiyi geçersiz kıldığı bilim dünyasının aksine, Kopernik devriminin keşfettiği yeni güneş sisteminden sonra eski Ptolemy sisteminde ısrar eden bir astronomi bilim olmaz, sanatta böyle bir doğrusal gelişmeden bahsedilemeyeceği için yeni ille de eskiden ‘daha iyi’ değildir. Modernizmin yeni formları bilimsel açıklamalarla haklılaştırmasının bilimle pek alakası yoktur. İsmail Hakkı Baltacıoğlu “Kubbe milli bir motif değil büyük açıklıkları geçmek için yapısal bir gereklilikti. Artık betonarme ile düz çatılar yapılabildiğine göre kubbeye gerek kalmamıştır” derken aslında yeni formlar (betonarme düz çatı), eski formlardan (kubbe) ‘daha iyidir’ demek istemiş; estetik ve ideolojik tercihine bilimsel kılıf uydurmuştur. Sanat ve mimarlıkta birçok nedenle ‘yeni’ tercih edilebilir ama bilimsel zorunluluk bu nedenlerden birisi değildir. Yeni olan bir süre sonra eski olurken eski olan da bir süre sonra yeniden ‘yeni’ olabilir. 19. yüzyılda neo-klasik, neoGotik, neo-Osmanlı ya da günümüzde neo-neo-Osmanlı örnekleri gibi… Burada bir de bu geçicilik anlamında yeni ile “moda” kavramının ilişkisine değinilebilir ama konuyu dağıtmayalım.

İkinci anlamıyla yeni ise spesifik ve tarihseldir; kendi ‘yeni’liğinin farkındadır ve kendini yeni olarak tanımlar. Eski ile olan farklarını vurgular ve bu farkları başlı başına bir değer olarak görür. Mesela Shirine Hamadeh, 18. yüzyıl Osmanlı şiirinde ve mimarisinde ‘nev’, ‘cedid’, ‘nev icad’ gibi kelimelerin yaygınlığına işaret eder. Eskiye karşı (tarz-i mutakaddimin) yeni bir estetik üslup (tarz-i cedid) ve bunun taşıyıcısı yeni sosyal sınıflardan bahseder. İşte Endüstri Devrimi’nin getirdiği teknolojik, toplumsal ve tarihsel büyük dönüşümle ortaya çıkan sanatsal, mimari ve kültürel arayışların ‘yeni’liği böyle spesifik ve tarihsel bir ‘yeni’ tanımıdır. 20. yüzyılın ilk yarısındaki avantgart hareketler, ‘yeni’ sözcüğünü devrimci bir tutkuyla sahiplenmiş, ‘yeni’yi daha önce var olmayan yepyeni bir estetiğin, yapı pratiğinin ve düşünce biçiminin kod ismi yapmıştır. Bugün bile yeni sözcüğü aklımıza ilk olarak iki dünya savaşı arasının mimarlığını getirir çünkü bu, adı üstünde yeni bir şehir, yeni bir mimarlıktır (Antonio Sant’Elia’nın Città Nuova’sı, Das Neue Frankfurt, Neues Bauen… Bizdeki yeni mimari gibi). ‘Yeni’ ile 20. Yüzyıl modernizmin eş anlamlı olarak kullanılması genel geçer bir kabul olmuştur.

Tarihsel olarak “modern hareket” (modern movement) ile özdeşleştirilen ‘yeni mimarlık’ söyleminin en büyük çelişkisinin, yeninin yukarıdaki iki anlamını aynı anda içermeye kalkışması olduğunu düşünüyorum. Yani bir yandan Endüstri Devrimi ile gelen büyük değişimi ve devinimi kutsaması; eski, ağır, masif, akademik ve oturaklı mimarlık yerine yeni, geçici, hafif, şeffaf, serbest ve bugüne dair bir mimarlık önermesi (ki bu aynı zamanda yeninin geçiciliğini, yarın yeni teknikler ve sosyal dönüşümlerle başka yenilerin çıkacağını da kabullenmeyi gerektirir) hem de ‘modern’in doğasındaki bu geçiciliği reddederek yeni mimarlığı yani modernizmi endüstri ve teknoloji kaynaklı bilimsel bir doktrin ve kanonik bir estetik değişmez bir doğru olarak lanse edip kurumsallaştırması ve sabitlemesi -böylece yeniyi, kendi kelime anlamına aykırı olarak her yer ve zaman için geçerli bilimsel ve evrensel bir formüle indirgemesi. Bunun hem 20.yüzyıl kentlerine olumsuz etkisini (banal betonarme bloklar), hem de 1970’lerden başlayarak reaksiyoner eleştirilere zemin hazırlayıp yeniye olan inancı sarstığını (tarihsel üsluplara dönüş, postmodernizm vs.) hepimiz gördük, yaşadık, yaşıyoruz.

Oysa yeni ile modernin eş anlamlı kullanımını kabul etmek zorunda değildik. Her şeyden önce “modern mimarlık” form olarak yeni olmayabilir: modern mimarlık ‘modernizm’ demek değildir. (Mesela ben ‘modern’ kelimesinden bir form/stil değil, 19.yy sonu/ 20.yy başı yeni malzeme ve yapı tekniklerini, yeni kentsel fonksiyonları ve yeni tasarlama ve inşa biçimlerini anladığım için Osmanlı motifli Birinci Milli’yi “ilk modernler” olarak tanımlamıştım). Dahası, modernist avant-garde söylem aksini söylemiş olsa da mimarlıkta yeni çoğu zaman gökten zembille inmiş, nev-i şahsına münhasır, kaynağını sadece endüstri ve teknolojide bulan bir “yeni” olmamış, her zaman eskiden bir şeyler taşımıştır. Mesela Le Corbusier modernist villalarının estetiğini betonarmeye, makinelere, otomobile, uçaklara ve gemilere bağlasa da, aslında gençken Balkanlar’da ve İstanbul’da gördüğü vernaküler mimarlıklardan da feyz almış; keza Josep Lluís Sert Almanlara ve makina çağına atfedilen yeni mimarlığın kökenlerini Akdeniz’in kadim mimarlıklarında ve vernaküler formlarında bulmuştur. Modernizmin önde gelen teorisyenleri (zeitgeist) “her çağa kendi sanatı”/“çağın ruhu” teorileriyle yeni’yi biricikleştirip yüceltsede, yeni malzeme ve yeni yapı tekniklerinin her zaman, eski muadillerini yeniden yorumlayarak yavaş yavaş yeniye evrildiğini söyleyen Semper daha inandırıcı geliyor bana. Tıpkı bilimin radikal devrimlerle (paradigma değişiklikleriyle) ilerlediğini söyleyen Kuhn’dan ziyade, aslında bilimin devrimle değil, evrilerek, yavaş yavaş, yeni önermelerle ve küçük düzeltmelerle ilerlediğini söyleyen Popper’ın daha inandırıcı geldiği gibi.

Son 30 yılda endüstri devrimi ile kıyas kabul edecek şiddette bir başka devrimi –dijital devrim ve enformasyon çağını yaşadığımız göz önüne alınınca artık “yeni” bir yeni mimarlıktan söz etme zamanıdır herhalde. Bu yeni post-endüstriyel, dijital mimarlıkların ne olduğu apayrı bir konu ama 20.yy’ın eski yeni mimarlığı olan kanonik modernizmin artık tarih olduğuna şüphe yok. Bunun en büyük kanıtı bugün iyice eskiyen modernist yapıların (eğer çoktan yıkılmamışlarsa) birer koruma nesnesi olabilmesi (bkz. DoCoMoMo gibi bir organizasyonun varlığı). Bütün söylemini tarihe, üsluplara ve korumacılığa karşı çıkmak üzerine kurmuş, yeniyi kutsamış “modern hareket” bugün artık tarihsel bir üslup ve korunması gereken bir kültürel miras olmuş vaziyette. Yeni’nin geçiciliğini bundan güzel ne anlatabilir?

  • Korhan Gümüş

Yenilikten çoğu zaman değişiklik anlaşılıyor. Evet, “yeni” olanın bir göstergesi yaşam çevresinin sürekli değişim içinde olması. Buna karşılık, gelenekken, biz uzmanlar kendimizi dışında tutarak, onu kolayca bir parasal, ekonomik birikim rejimi olarak algılamaya eğilimliyiz. Yaşanan değişimi ekonomideki kar amaçları, tüketim ihtiyaçları üzerinden yorumluyoruz. Oysa kapitalist toplum yalnızca bir ekonomik yoğunlaşma değil, aynı zamanda bir bilişsel asimetri üzerine kurulu. Demek ki “yeni” bir taraftan hem bu asimetrinin ortaya çıktığı koşullar, hem de bu asimetrinin sorunsallaştırılması ile ilgili. Çünkü otoriter yönetimlerde olduğu gibi, bilişsel olan bağımlı olduğunda, yani bunu gizleme işlevi gördüğü anda, başka sermayelere dahil oluyor ve kendi kendisini imha ediyor. Sanatın, bilimin, mimarlığın hatta üniversitelerin canlı kalabilmesinin koşulu bu. Demek ki “yeni” paradoksal bir var olma hali. Kapitalist modernleşmenin hem ürünü, hem çözücüsü.

Evet, “yeni” insani faaliyetlerin kalıcı bir şekilde, kategorik olarak, “temsil ediciler” ve “temsil edilenler” (ya da kurgulama-uygulama) olarak ayrışma hali. Ancak insani faaliyetlerin kurgulamak ve uygulamak olarak ayrışması, varoluşsal bir durum olmayacağına göre, bu diğer sermaye türleri gibi bilişsel sermayenin kendisini konumlama biçimi, gücü kendisinde yoğunlaştırma biçimi. Burada bilişsel olan bir şeyin üzerine konuşurken aslında -hep gözümüzün önünde olduğu haldegölgede kalan bir başka şey üzerine konuşur. Böylece görünüşte ‘temsil edilen’ bu işlemle “temsil edilmeyen”e, temsil eden ile temsil edilenin birbiriyle örtüştükleri özel bir temsil biçimine dönüşür. Böylece üzerine konuşulan şey, ‘temsil edilmediği halde, edildiği izlenimini veren’ bir nesne haline gelir. Buna karşılık “yeni” aynı zamanda bu hiçleştirici, nesneleştirici ve şiddet içeren bilme pratiklerini sorgulama biçimi. İşte bu yüzden sınıfsal bir perspektif olmadan sanatta, sosyal bilimlerde, şehircilikte… aklınıza ne gelirse, bir yenilik yaratmak mümkün değil!

Bu arada belirtmek istediğim başka şeyler var.

Günümüzde yeniden Yeni Osmanlı tarzdaki binalar, kamu yapıları, kültürel ve sanatsal etkinlikler ortaya çıkınca şaşıranlar oldu. Hani geçmişçilik geçmişte kalmıştı? Çünkü şaşıranlar modernliğin geçmişçi tarzdan sonra ortaya çıktığını düşünüyordu.

Hatta geçmişçiliğin gerçekten de geçmiş olduğunu zannedenler bile vardı. Oysa geçmişçilik geçmişle ilgili değil, ‘yeni’ bir şeydi.

Kapitalist modernliğin mantığı pratikleri içinde biçimlenmişti. Yeni Osmanlıcılık tıpkı diğer neo-klasik ideolojiler gibi geçmiş muhayyilesi içinde onunla bir bağı olduğunu varsayan yeni bir tarzdı. Zaten yeniyi bir stil problematiği içinde algılayan düşünce dünyası içinde geçmişçilik ‘gericilik’ olarak adlandırılarak geçiştirilmişti.

Oysa nostalji ihyacılık modernliğin bağrında ‘zamandaş’ olarak hep bulundu; kapitalizmin yarattığı çelişkilerin telafisine ve inkarına dayanan semptomatik bir tavır olarak!

ANLAMLARIYLA YENİ

Sibel Bozdoğan: “Birinci anlamıyla YENİ geçici bir durumdur: Bugün YENİ olan yarın eskir; Her şey kendinden önce gelene göre YENİ’dir. Roma mimarlığı Antik Yunan’a göre YENİ, Barok, Gotik’e göre YENİ’dir. Bu anlamda YENİ’nin içkin bir üstünlüğü yoktur: 19. yy’da ViolletleDuc’ün dediği gibi, YENİ buluşların eskiyi geçersiz kıldığı bilim dünyasının aksine (Kopernik devriminin keşfettiği yeni güneş sisteminden sonra eski Ptolemy sisteminde ısrar eden bir astronomi bilim olmaz) sanatta böyle bir dogrusal gelismeden bahsedilemiyeceği için YENİ ille de eskiden “daha iyi” değildir…”

Nitekim I. Dünya Savaşı öncesinde ortaya çıkan modern düşünce dünyası iki savaş arasında otoriter ideolojiler ve iktidar güçleri tarafından şiddetle bastırılmıştı. Geçmişçilik neredeyse bütün otoriter devlet düzenlerinde hortlamıştı. Modernliğin savaştan sonraki macerası ise Batı kaynaklı bir ideoloji olarak liberalizme karşı direnen devletçi sosyalist dünyanın karşısında kapitalizmi tahkim etmek için kullanılır olmuştu.

Türkiye belki de akademi içinde bu dönüşümü dışsal bir etkiyle yaşadığı için onun yeniden üretimindeki bu sorunsala dokunmayan resmi bir ideoloji içinde kurumsallaştırdı. Buna karşılık geçmişçilik resmi devlet ideolojisi içinde kimi zaman su yüzüne çıkan kimi zaman bastırılan bir tarz olarak hep var oldu.

Türkiye siyasal tarihi bu açıdan ulus-devlet seçkinleri arasındaki bu iki semptomatik girişimin bir hakimiyet mücadelesi olarak okunabilir. Taksim Camii, AKM tartışmaları, Cumhuriyet ve Fetih kutlamaları bu iki ideolojinin kimi zaman rakipleştiği kimi zaman ittifak içine girdiği bir resmi ideolojinin tezahürleri olarak da okunabilir. Türkiye’de geçmişçilik, kapitalizmin yarattığı çelişkileri perdelemek için restorasyon ve kültür mirasını koruma pratiklerinde her zaman hakim oldu.

  • Mimar Cem İlhan

‘Yeni’ dediğimiz şey kullanılmamış olanı, eski olanın karşıtını ima eder. Oluş veya çıkışından beri çok zaman geçmemiş olanı örneğin yeni bir modayı… O güne kadar söylenmemiş, görülmemiş, gösterilmemiş, düşünülmemiş olanı ifade eder. Bu bazen yeni bir buluştur ya da yeni bir düşünce. Kısacası yeni sıfatını kullandığımız anda tanınmayanı, bilinmeyeni, daha öncekilerden farklı olan bir yaklaşımı, nesne veya metodu ifade etmiş oluruz.

Konumuz mimarlık ve yapılı çevrenin üretimi ile sınırlandığında yeni olan nedir sorusuna sorularla cevap vermeyi yeğlerim. “Yapı teknolojilerindeki yenilikler mi?”, “Yeni bir tasarım metodolojisi mi?”, “Yeni bir mimari üslupsal bir tutum mu?” Bunlardan yeni olma iddiasına en yakın duranı herhalde teknolojik alandaki gelişmelerin mimari üretime olan katkısıdır. Nanoteknoloji kökenli malzemeler, dijital teknolojilerin mimari tasarıma, tasarımın sunum ve temsiliyetine katkısı gibi…

Ancak yeni olandan, eskiden köklü bir kopuşu anlıyorsak bunun artık pek bir anlam ifade etmediğini düşünüyorum. Her şey zaten bir eski-yeni döngüsüne girmiş durumda. Yapılan yatırımın en kısa zamanda geri dönüşüne odaklı, kapitalist üretim ve rekabet mantığında tasarlanan veya inşa edilen her mimari ürün diğerinden farklı olmak adına öne çıkmaya, yeni olmaya çalışıyor. Bunun da bizi ‘yenilerin aynılaşması’na götürdüğünü ve durumun sıkıcılaştığını söyleyebilirim. Beni heyecanlandıran şey, yeni olmak adına yeninin peşinden koşmak değil. Tam aksine, dürüst bir tavır sergileyen, insanın bu dünyadaki varoluşunu idrak ettiği, bundan dolayı onda memnuniyet hissi yaratan işlerin peşinde olmak ve bunu dert etmek. Bu da içinden geçtiğimiz şu dönemde yeterince ‘yeni’ sayılmaz mı?

  • Mimar Selçuk Avcı

‘Yeni’ kelimesini düşünmeye başladığım zaman kendimi bir anda doğrusal zaman kavramı içerisinde buluyorum. Bu kavram içerisinde bir şey ya eskidir ya da yeni. Birçok insanın da bu kavramı temel alarak düşünmeye başladığını tahmin ediyorum. Ancak zaman bizim doğrusal algımızla tanımlanabilecek kadar basit bir olgu değil. Bir süredir zamanın aslında var olmadığını kesin olarak ‘biliyoruz’. Einstein’ın teorisine göre gözlemcinin ve özellikle gözlemcinin hareketlerinin zamanla olan ilişkisi görecelidir. Kendimizi yalnızca bir dakikalığına bir uzay gemisinde Dünya’dan ışık hızında uzaklaşırken hayal edelim. Bu durumda bizim için zaman Dünya’daki zaman ile göreceli olarak durmuş olacaktır. Bunun haricinde yenilik ve zaman arasında da basit bir ikilem mevcuttur. Umut her zaman yeni olanla yaşanmak üzere olan yeni bir olguyla ilgilidir. Ancak bu yenilik daima zaman akışı tarafından aşındırılacak ve gelecek geçmişe, yeni ise eskiye dönüşecektir. Bu bağlamda yeni kavramı üzerine ne söyleyebileceğimi düşünürken karşıma çıkan bu ikilemden kurtulmak için yeni diye bir şeyin aslında var olmadığını öne sürerim. Çünkü böyle bir şey gerçekten yoktur. Şu anda doğru bir an olmasa bile bu bilgiyi kavramaya ve bu teorinin sınırlarını zorlamaya başladığınız andan itibaren uzay-mekan sürekliliğindeki boyutlarımızdan biri olan zaman kendi üzerine bükülmeye başlayacaktır. Böylece geçmiş gelecekle, gelecek geçmişle buluşacak ve aslında göreceli bir kavram olan zaman da işlevini yitirecektir. Ben bu yüzden zamanı doğrusal olarak değil bahsi geçen göreceli kavramlar çerçevesinde düşünmeyi tercih ediyorum. Yaratmak adına attığım her adımda yenilikle değil ‘zamansızlık’ ile ilgileniyorum.

  • Mimar Nevzat Sayın

Yapı yapmak bağlamında ‘mimarlıkta yeni’ diye bir şeyin olmadığına giderek daha çok inanıyorum. Israrla varmış gibi yapılsa da gerçekte yok bana göre. Mısır piramitlerini yapmakla bugün bir yapı yapmak arasında kayda değer bir fark yok gibi görünüyor. Pantheon, Ayasofya, Uluğ Bey Rasathanesi gibi yapılara bakınca bu düşüncem iyice pekişiyor. Yapım teknikleri, amaca uygun kullanışlılıkları, mekan kurguları açısından çok yüksek niteliklere sahip olan eski yapılar ‘mimarlıkta yeni’yi inandırıcı olmaktan iyice uzaklaştırıyor. Düşünsel bağlamda “mimarlıkta yeni” olanın ‘mimarlıkta yeni’ olmadığını söylemek olmalı.

  • Prof.Dr. Deniz Erinsel Önder

Yeni, dönüşmüş, ‘bir durumdan bir başka duruma’ başka bir deyişle ‘halden hale geçmiş’ olarak tanımlanabilir. Dönüşüm, gelişimi de beraberinde getirmeli ve-veya içinde barındırmalıdır. Bir anlamda yeni ile beraber olgu, olay ve durum ileriye, bir üst düzeye taşınmalıdır. Mimarlıkta ise değişen, dönüşen olanaklar, istek, gereksinmeler ve yaşam, mekansal, strüktürel, teknik vb. ‘yeni’leri beraberinde getirir. Mimar ise daima esnek, alternatifli ve çok yönlü bakış açısını benimsemesi nedeni ile ‘yeni’lere kucak açan bir meslek insanı olarak topluma katkı sağlar.

  • Mimar Zeki Bol

Öncelikle, ‘yeni’ ne demek? Bir şeyi hangi kıstasa göre ‘yeni’ olarak niteliyoruz? ‘Yeni’ kavramını ‘daha öncekilerden farklı’ anlamında kullanıyorsak ne tür bir farklılığı kastediyoruz? ‘Nicel’ farklılık ‘yeni’ adlandırılmasını hak ediyor mu? Yoksa asıl olan ‘nitel’ farklılık mı?

Tüm bu sorulara vereceğimiz yanıtlar nesnel ölçütlere göre olmalı ki bu konuda doğru bir yargıya varabilelim. Avcı ve toplayıcı olarak yaşayan ve barınma mekanı olarak doğal oluşumlar olan mağaraları kullanan ilk insanların yerleşik yaşama geçip, tarım yapmaya başladıktan sonra kurdukları ilk yerleşimlere ve birim yapılara, ilkel olsalar bile, kesinlikle ‘yeni’ diyebiliriz. Çünkü niteliksel bir dönüşümün ürünleri söz konusu burada. Modern mimarlık Endüstri Devrimi sonrası meydana gelen ekonomik, politik ve ideolojik dönüşümlerin sonucu olarak ortaya çıktı. Fiziksel çevrenin dönüştürülmesi faaliyeti olan mimarlığa etkisi bu anlamda sıradan değildi. Bu yeni dönemde teknolojik gelişmede ortaya çıkan ivme sıçraması sonucu gerek yapı malzemeleri çeşitlenmesinde gerekse yapım tekniği olanaklarında çok büyük bir gelişme meydana geldi. Gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta endüstri devrimi diye adlandırdığımız değişimin bu dönemde dünyada hüküm süren, toprağa dayalı feodal yapıların ve bunların kurumlarının sürdürülemez hale gelerek tarih sahnesinden silinmeye başlaması ve kapitalist üretim ilişkilerinin başat hale gelmesidir.

Ekonomik düzeydeki böylesi niteliksel dönüşüm, doğaldır ki, diğer toplumsal düzeylerde de karşılığını bulacaktı ve buldu da. Bu akım büyük bir toplumsal dönüşüm süreci sonucu geçerli hale gelen yeni bir üretim tarzının ortaya çıkardığı zihniyet dünyasının mimarlık alanında kendini ortaya koymasıydı. Bu anlamda, hiçbir keyfiyet içermiyor ve yaşanan dönüşümlere göre biçimleniyordu. Modern mimarlıktan sonra ortaya çıkan ‘postmodern’ mimarlık akımı için ise ‘yeni’ demek bence çok mümkün değil. Modern mimarlığın, döneminin büyük toplumsal ve ekonomik değişikliklerden etkilenerek belirlenmiş rijitliğine ve koordinatlarına göre üretilen yapıtları ‘yeni’ kavramını hak ederken, postmodern dönemin ekonomik, politik ve felsefi bir arka plan olmadan, geçmiş dönemlerin farklı mimari formlarını, bina plastikleri üzerinde, eklektik şekilde kullanılarak üretilen yapıları ‘yeni’ değil ancak ‘farklı’ olarak nitelenebilir. Çünkü mimarın özgür olduğu yanılsamasına yol açan ‘keyfiyet’ olgusu tek başına ‘yeni’yi doğuran bir unsur değildir.

  • Mimar Melike Altınışık

Sözcük anlamı olarak o güne kadar görülmemiş, gösterilmemiş, düşünülmemiş, öncekilerden farklı olanı ‘bilinmeyen’i tanımlayan, yapıldığı anda eskiyen ve eskisinden sonra ancak onun üzerine geldiğinde tanımlanabilen ‘yeni’, mimarlık bağlamında değerlendirildiğinde tek bir gerçeklikten bahsetmek mümkün değildir. Yaşam var oldukça ‘yeni’ de var olacak ve her an, her dönem, her coğrafya, her birey, her toplum, her kültür, her kavram için başka bir kimliğe bürünecektir. Mimarlığı insanlık için bir mekan üretme sanatı olarak gördüğümüz durumda mimarlıkta ‘bilinmeyen’in keşfinin arayaşındaki ‘yeni’ için ‘an’ın barındırdığı ‘mevcut’ durumu sürekli tekrar ederek ‘bilinen’i daha hızlı ve daha iyi yapmaya odaklı düşünce ve üretim sistemleri sorgulanmalıdır. Dönemin sahip olduğu tüm üretim teknik ve teknolojilerinin araştırılarak, yeri geldiğinde başka endüstrilerden üretim, düşünce sistemi teknik ve teknolojileri ödünç alınarak amaçları dışında kullanımı ile insanların öncekilerden farklı tecrübeler deneyimlemelerine, farklı ilişkiler kurmalarına olanak sağlayan mekanlar yaratıldığında ancak ‘yeni’den bahsedilebilir. Doğadaki sistemlerden öğrenerek tasarlamanın da mimarlıkta ‘yenilikçi’ birçok mekansal ilişkiler bütününün, malzemelerin, teknik ve teknolojilerin keşfedilmesinde önem taşıdığını düşünüyorum.

  • Prof. Dr. Celal Abdi Güzer

Eleştirel kültürün yerleşik olmadığı ortamlarda ‘yeni olmak’ içeriğinden bağımsız olarak olumlu bir değer gibi algılanır. Tersden gidildiğinde de ‘eski’ bir değer aşınmasına karşılık gelir. Özellikle iletişimin hızlandığı, çeşitlendiği ve bilginin ya da bilgi gibi sunulan herhangi bir düşünce ve belgenin hızla yayılabildiği günümüz ortamında yeni olmak ve yeni kalmak, benzer biçimde eskimek, kavramları ile zaman arasındaki ilişki yeniden tanımlanmakta, içerikten bağımsız biçimde ‘bilinir olma’, ‘güncel olma’, ‘gündemde olma’ gibi kavramlar ile özdeşleşmektedir. Öte yandan ‘yeni olmak’ kavramı tüketim toplumu olgusunun çok boyutlu olarak işlevselleştirdiği ve ‘moda’ kavramı ile komşu olarak ele aldığı bir kavramdır. Modanın var olabilmesi için bir nesnenin geçerliliğini ya da işlevsel ömrünü tamamlamaksızın kültürel ortamda meşruiyetini yitirmesi beklenmekte… Böylelikle tüketimin hızlanması ve artması sağlanmaktadır. Moda arkasına aldığı ‘yeni olmak’ kavramı ile tüketimin itici gücüdür.

Bugün tanımladığı etkinlik alanı ile en büyük tüketim şemsiyesini temsil eden mimarlık da bütün bu tartışmalara geçirgendir. Binaların kendileri gibi onları oluşturan parça ve donanımlar, onlarla ilişkilenen nesneler büyük bir tüketim ortamını, rant beklentisini temsil eder, sermaye hareketleri üzerinde belirleyici olur. Mimarlık nesnesi de diğer tüketim nesneleri gibi ‘yeni’ olmak kavramı üzerinden artı bir değer kazanmaya, üretim ve pazar değerini arttırmaya çalışır. Günümüz ortamında yeni olmak ile değişik olmak arasındaki sınır belirsizleşmiş, yapılar farklılık üzerinden kazanınılan bir “kimlik” aracılığı ile artı değer kazanma, pazar değerini arttırma yarışına girmiştir. Burada yenilik bir araştırma ya da gelişmeyi arka plan birikimini temsil eden bir özgünlük olmaktan çok ‘farklı olmak’ ya da ‘farklı görünmek’ üzerinden anlam kazanan biçimsel bir olgu olarak öne çıkmakta, ‘yenilik’ her zaman yaşama, üretme ve tüketme biçimleri üzerinde yansımaları olan radikal bir değişimi temsil edememektedir. Öte yandan mimarlık tarihi boyunca zamana direnebilmesi, bir başka deyişle kalıcı olabilmesi, ile anlam kazanan; bu özelliğini tasarım ve eleştiri süreçlerinin arka planı olarak kullanan bir etkinliktir. Böyle bakıldığında yeni olma kavramının ‘yeni’ toplumsal algısı geçicilik kavramı ile yanyana gelmekte, kalıcılık kavramı ve mimarlığın temel değerleri ile çatışmaktadır. Bugün Türkiye ortamında mimarlık tarihi ve kent belleği açısından değer oluşturan, kentle kurduğumuz aidiyet ilişkisinin parçası olan pek çok yapının kolaylıkla elden çıkarılabilmesinin, güvenlik gerekçeleri ile sınırlı kalmayan bir kentsel dönüşümün, bir yıkarak yeniden yapma eyleminin arka planında ‘yeni’ kavramının içeriğinden bağımsız bir değer olarak meşrulaştırılması yer almaktadır.

Benzer biçimde çağdaş mimarlık uygulamalarını temsil eden ana eksen algısı da tekrar eden imajlar üzerinden oluşturulan ve daha kısa sürelerle güncellenen medyatik paylaşımlara indirgenmekte, yapay bir farklılık ve ‘yeni olma’ kavramları üzerinden değer kazanmaktadır. Ağırlıklı olarak görsel farklılığa dayanan bu yeni olma kavramı mimarlığın bağlamsal girdileri ile çatışabilmekte, tasarım üzerinde belirleyici olan ve yapının kalıcılık değerini oluşturan yer, yön, iklim, tarihsel süreklilik gibi kavramların indirgeyici bir biçimde ele alınmasını getirmektedir. Bütün bunların ötesinde bu tür yapay bir yenilik kavramı gerçek anlamda araştırmaya dayalı, arka planında teknolojik deneyler, ideolojik, felsefi ve kültürel tartışmalar barındıran bir yenilik kavramının indirgeyici zeminini oluşturmaktadır.

  • Mimar Cem Sorguç

Sıfat olarak eskiyi tariflemek muhtemelen yeniyi tariflemekten daha zor olmasa gerek. Şayet bir şeye yeni diyorsak kalan eskimiş oluyor. Peki, böyle mi hakikaten? Sadece mimarlıkta değil müzik, plastik sanatlar, sinema, edebiyat gibi kulvarlarda da rastladığımız temel yapıya ilişkin, strüktürel, evvelini eleştirmeye, reddetmeye ya da aşmaya dönük çabalar yeni olarak tanımlana geliyor. Süreçleri eski ve yeni üzerinden yürüdüğü için tarihi de yenilenmeler üzerinden yazıla geliyor.

Sinemada Fransız ‘yeni dalgası’ İtalyan ‘yeni gerçekçiliği’, ‘yeni tiyatro’ ve reddi miras kabilinden özellikle 20. Yüzyılın ilk yarısının yeni müziği vb. uzar gider… Yeni zaman kavramı ile beraber sonradan ortaya çıkan, sonradan var olan, henüz onu eskitebilecek kadar üzerinden zaman geçmemiş veya hiç kullanılmamış olanı tarifliyor. Bir akıma, üsluba ad oluşturmuyorsa zamansallıktan bahsediyoruz demektir.

Konu mimarlıksa yeninin gösterdiği parmak genellikle modernizm veya ilgili zamansal türevleri oluyor. Endüstri devrimiyle ortaya çıkan gerek mekansal ve sosyal yaşam değişikliklerin gerekse de teknolojik ve materyal gelişimin bir yenilik olarak vücut bulmaması imkansızdı. Modernizm 20. Yüzyıl başı kübist tavrı yeni ve modern tabir edilirken aslında bu sürece ön ayak olan, modernizme yol açan ve isminde ‘yeni’ olan art-nouveau (jugendstil, Secessionstil, Modernista) için bugün yeni diyebilir miyiz? Zamansal olarak ne taşıdığına bağlı olarak diyebiliriz.

Mimarlık kendini ne zaman yeniler? Şayet bir organizma gibi düşünürsek ya mevsimsel değişimler ya da hayati tehlikede yenilenme ihtiyacı taşımasının tarihsel nedenleri ve ispatları var; sonuçları da… Bugün de mimarinin her zaman olduğu gib ve olması gerektiği gibi bağlamsal meseleleri var.

YENİ FARKLI OLMAK MI?

Celal Abdi Güzer:

“…Yenilik bir araştırma ya da gelişmeyi, arka plan birikimini temsil eden bir özgünlük olmaktan çok “farklı olmak” ya da “farklı görünmek” üzerinden anlam kazanan biçimsel bir olgu olarak öne çıkmakta, “yenilik” her zaman yaşama, üretme ve tüketme biçimleri üzerinde yansımaları olan radikal bir değişimi temsil edememektedir. Öte yandan mimarlık tarihi boyunca zamana direnebilmesi, bir başka deyişle kalıcı olabilmesi ile anlam kazanan, bu özelliğini tasarım ve eleştiri süreçlerinin arka planı olarak kullanan bir etkinliktir.”

Yani yeni daha önce var olmamış olup öncekilere mesnetlenen ama terk edilemez. Nüveler taşıyan bir dönem tarifi olarak kabul edilebilir. Modası geçmiş, kullanılmaz, terk edilmiş olması onun dönemsel olarak yeni olmasını ortadan kaldırmaz. Çünkü yeni bir önceki ile tariflenir. Yeni dahilinde tekrar edenin manasının değişmesi, ‘aynı’nın yapma gerekçesinin değişmesi de yeniye dahil değil midir? Peki bugün mimarlıkta yeni nedir? Cevabını vermek pek kolay değil. Çevreye duyarlı, katılımcı, ekonomik, insan merkezli mimari yenidir diyeceğim ama yüzyıllardan beri bu kıstaslar var ve mimarlık böyle ifa ediliyor. O halde faydaları temelinde eskiye dönmek yeni midir, yenilgi mi?

“Buluşlar Mimarisi“ diye uydurduğum bir tabir var. ‘Aklıma çok matrak bir şey geldi’ işi, ‘aklıma yeni bir şey geldi’ refleksi… Yeninin arayışında olmak ömür törpüsü bir iş. Sürekli yenilik peşinde olmak iş değil. Sınırlandırmalar ve serbestlikler. Hem ayrı ayrı hem de aralarındaki gerilim itibariyle mimarlığın bugünkü meselesi değil. İklim, coğrafya, insan ilişkileri, ekonomi, enformasyon, siyasetin bildik gidişatının dolayısıyla arazları ile baş etme halinin değiştiği, evvelin rasyoneli ile yorumlanamadığı bir dünyada birçok şey gibi mimarlık da her ‘yeni’ gibi eskinin deneyimi üzerinden değişme, değiştirme güdüsü taşıyor. Karmaşıklığın içinden bunu nüve alarak çıkmaya çalışmak veya karmaşıklığı disipline etmek ile sınırlandırmaların içinden karmaşıklıkla çıkmaya çalışmak veya sınırlandırmaları yeniden formüle etmek. Belki de ‘yeni gündem’in mimarlıkta tezahürü demek lazım.

  • Mimarlık Eleştirmeni Gökhan Karakuş

Mimarlıkta yenilik ya da inovasyon, modern kültürün teknik, kavramsal ve biçimsel paradigmaları üzerinde hakimiyet sağlandığı takdirde başarılabilir. İleri mimarlık ‘yeni’ye ulaşmayı mümkün kılan bu paradigmaların kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını gerektirir. Bir yapı sanatı olarak mimarlık, inşa ve biçim üretme yöntemleri özelinde tecrübeye ve üst düzey bilgiye ihtiyaç duyar. Mimarlar binaların kullanım amaçlarının her aşamasından sorumludur ve bu bağlamda teknoloji ve biçim üzerinden ‘yeni’ye ulaşmak adına, mimari yapıyı konumlandırdıkları yerin sosyal bağlamını anlamaları gerekmektedir. Türkiye’de mimarlığın ve yapılanmanın modernist kavramları arasında sıkışıp kalmış durumdayız ve bu yüzden mimarimizi modernizmin ötesine taşıyamıyoruz. Sonuç olarak, ‘yeni’ye ulaşmayı amaçlayan mimarların, içinde bulunduğumuz küresel bilgi çağında bilgi, teknoloji ve ölçümleme alanlarında yüksek hakimiyete sahip olmaları gerekmektedir.

Bir yanıt yazın