TABANLIOĞLU MİMARLIK ORTAKLARINDAN MELKAN GÜRSEL İLE GEÇTİĞİMİZ GÜNLERDE BERLİN’DE YAPILAN DÜNYA MİMARLIK FESTİVALİ’NDE ÖDÜL ALAN BEYAZIT KÜTÜPHANESİ PROJELERİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

1884’te “Kütüphane-i Umum-i Osmani” adıyla kurulan, İstanbul’un en köklü ve önemli kütüphanelerinden Beyazıt Devlet Kütüphanesi son dönemde yenilendi. 14. yüzyılda inşa edilmiş Beyazıt Camii Külliyesi’nin bir parçası olan ve şu anda kütüphane olarak kullanılan yapının rölöve, restitüsyon ve restorasyon çalışmalarına ek olarak modern bir kütüphane olarak yeniden işlevlendirilme işi Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından gerçekleştirildi. Çağdaş standartların sağlandığı kütüphane nadir kitapların saklanması ve sergilenmesine olanak sağlayacak bir altyapıyla düzenlenmenin yanı sıra çeşitli kültürel faaliyetlere ev sahipli yapacak mekânların kazanılması esas alınarak kentsel bir çekim merkezi olacak şekilde düzenlendi. Aynı zamanda bu proje ile Beyazıt Meydanı’nın yeniden bir şehir meydanı olma vasfını geri kazanılmasına öncülük etmesi hedeflendi. Geçtiğimiz günlerde Berlin’de yapılan Dünya Mimarlık Festivali’nde projesi tamamlanmış yapılar kategorisinde ödül alan proje ile ilgili ayrıntıları Tabanlıoğlu Mimarlık adına Melkan Gürsel ile konuştuk…

Son projelerinizden Beyazıt Kütüphanesi projenize bu yıl WAF kapsamında ödül verildi. Öncelikle tebrik ederiz. Çok ses getiren bir proje oldu. Elinize sağlık. Bize biraz projenizin hikâyesini anlatır mısınız?

1884’te “Kütüphane-i Umum-i Osmani” adıyla kurulan Beyazıt Devlet Kütüphanesi Türkiye’nin Devlet tarafından kurulan ilk kütüphanesi. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin bulunduğu yapı aslında, mekânsal olarak Beyazıt Meydanı’nı çevreleyen ve tanımlayan, mutfak, ilkokul, hastane, medrese ve hamam gibi birimlerden müteşekkil bir kompleksin, II. Beyazıt Külliyesi’nin, imarethane, çorba mutfağı ve han binaları -Kervansaray- bölümüydü. Bir ‘derleme kütüphanesi’ olan kütüphane, yarısı kitap olmak üzere toplamda yaklaşık bir milyona yakın dokümanı barındırır. Kütüphanede yer alan kitapların 11.120 adedini ise aralarında çok önemli eserlerin de bulunduğu ‘el yazması eserler’ oluşturmaktadır.

Okuma Odası
Okuma Odası

Aydın Doğan Vakfı’nın öncülüğünde, Kültür Bakanlığı ve İl Özel İdaresi desteği ve denetimiyle biz Tabanlıoğlu Mimarlık olarak yenileme projesini gönüllü olarak üstlendik. 1999 İstanbul depremi sırasında gördüğü hasar neticesinde darmadağın olmuş kıymetli, ihtimamla korunması gereken kitaplar raflarında bile değildi, yerlerde istifler halinde duran, arşivler, gazete örnekleri de bu yenilemenin aciliyetini işaret ediyordu ilk görüşte. Ayrıca, Mimari olarak yakın zamanda yapılmış eklentiler vardı.  Binaya girdiğimizde tarihi bir yapı ve ona nerdeyse fütursuza, günü kurtarmak için yapılmış müdahalelerle karşılaştık. Örneğin avlunun üzeri betonarme kaba bir kolonla taşınan bir örtüyle kaplanmıştı, arka avluda yıkık bir “gecekondu” yapı vardı. Eski yapının kaplaması vardı. En önemli karar bizim müdahalemizin sınırlarını belirlemekti. Yapının nasıl ve ne kadar arındırılacağı ve özünün nasıl korunarak çağdaş bir kullanım standartı elde edileceği önemli idi. Bu tip binalarla çalışırken arındırmalar olmalıdır ama katmanları tümüyle kazımak doğru değildir. Özgün katmana değer katacak güncel iyileştirmelerle, estetik olarak da, elimizde kalan mirası en iyi şekilde değerlendirmek istedik. Bahsettiğim, bir önceki restorasyon neticesinde iç avluya eklenmiş olan beton taşıyıcı ve çatı kaldırılarak yerine, yine kontrollü bir atmosfer sağlamak ve günışığını filtrelemek için avlunun üzeri, hafif ve şeffaf bir malzeme olan ETFE (şişirilebilir membran) ile örtüldü. Aynı zamanda kubbeli yapıyla uyum sağlayan bu malzeme sayesinde, avlunun çevresi ile görsel ilişkiyi sürdürmesi de sağlandı.  Yine, iç avlunun alemeti farikalarından olsa da kaldırılmış olan, orijinal çeşme ait olduğu yere, avlunun orta kısmına, tekrar yerleştirildi. Avlu çeşitli toplantılara ev sahipliği yapacak, sukunet sağlayacak bir ara mekân olma özelliğine kavuştu. Bununla birlikte avlu, sergilemeler için geniş ve her iklim koşulunda değerlendirilebilecek bir iç-dış mekân olarak da kazanıldı.

Yeni ile eskiyi bir araya getirdiğiniz, hatta eskinin içinden yeniyi çıkardığınız bir proje oldu diyebilir miyiz?

Eskiyi yeni ile hemhal etmeyi, bu iki farklı zamana ait katmanın bir arada işlevsel ve estetik olarak uyumlu bir yaklaşımla bu değerli mekânın fiziki ve sosyal olarak yeniden canlanmasını istedik.

Kitap Rafları
Kitap Rafları

Çağdaş standartların sağlandığı kütüphane, nadir kitapların saklanması ve sergilenmesine olanak sağlayacak bir altyapıyla düzenlenmenin yanısıra çeşitli kültürel faaliyetlere ev sahipliği yapacak mekânların kazanılmasıyla geniş biçimde kullanılsın istedik. Hatta bu vesileyle, en az kütüphane kadar edebiyatla iç içe bağlantılar sunan yakın çevresi ile kurduğu ilişkinin canlanmasını, yapının dayandığı duvarın devamında Sahaflar Çarşısı ve sahaflardan önce – özellikle entelektüel buluşmalara yüzyıllarca mekân olmuş – değişmiş olsa da varlığını bugün de koruyan, kentsel bir buluşma mekânı olarak tarihi çınar altındaki “Küllük Kahvesi” ve meydanın bir diğer sınırını belirleyen, İstanbul Üniversitesi ile sinerjiyi tekrar üretmeyi öngördük.

Stüdyo Dinnebier tarafından yapılan aydınlatma tasarımının bir parçası olarak duvar çizgisini izleyen, mekanik ve elektrik sistemlerini saklayan yükseltilmiş zeminin kenarlarındaki yumuşak ışıklandırma ile tüm mekânlara bir katman kazandırıldı; çevresiyle uyum içinde, geometriler derinlik kazandırırken, kompleksin mekânsal ve tarihsel niteliklerini daha vurgulu, görünür hale getirmeyi sağladı.

Yeni uygulamalarla – öğeler eklemlenirken tarihi duvar ve zemin zedelenmeden – ana kabuk arasına konulan mesafe, malzemenin ve detayların keskin ancak uyumlu zıtlığı ile güncellenen mekânlar, avludan okuma salonlarına kadar kütüphanenin otantik aurasını güçlendirdi.

İç mekânlarının hassas şekilde yeniden düzenlenmesinde ana yaklaşım; “binanın tarihi dokusunu olduğu gibi koruyarak iyileştirmek ve yeni çağdaş mekânlar kazanırken, kıymetli arşivin teknolojik imkânlarla en ideal şekilde korunmasını sağlamak oldu.

Eski bir yapı içinde günümüze dair referanslar ile çalışmanın zorlukları oldu mu?

Malzeme olarak yapının özgün duvarlarıyla uyumlu malzemlerle iyileştirmeler yapılırken, özellikle cam gibi, ortamla uyum sağlayan, teknolojik olarak da imkânlar yaratan çağdaş malzemeler ve teknikler adapte edildi. Avlu çatısını kurarken olduğu gibi, tüm mekânlarda orijinale elemanlara mümkün olduğunca az dokunuldu, yük bindirilmedi. David Chipperfield’in Berlin Neues Müzesi renovasyonunda gösterdiği yaklaşımda olduğu gibi, eskiyi vurgulayacak ancak içinde bulunduğumuz yüzyılın olanaklarıyla, işlevsel ve mimari yaklaşımıyla bugünü yansıtan bir iş. Öncelikle yaklaşım olarak bunu kabul ettirmek önemliydi. Süreç uzun olmasına rağmen Kütüphane yönetimi başta olmak üzere;  Aydın Doğan Vakfı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul İl Özel İdaresinin dahil olduğu çok birçok mühadil kurumun pozitif yaklaşımlarıyla başarılılı bir sonuç aldığımıza inanıyorum.

Projeyi ilk ele almaya başladığınızda nasıl bir mekân olmasını arzulamıştınız? Ve bu düşüncelerinizi mimari fikirlere nasıl entegre edebildiniz?

Öncelikle aslına ait olmayan, zaman içinde, oldukça kontrolsüz bir biçimde tezahür etmiş eklentilerden arındırılarak ve orijinaline sadaketle bugünün ihtiyaçlarına ve mimari ifadesine imkân sağlayacak şekilde tasarlandı.

Kütüphane içinde cam bir kutu tasarlandı. Şeffaf olması rağmen izole bir mekân. Bu cam kutunun hikâyesini de dinleyebilir miyiz?

El yazmaları ve değerli kitap koleksiyonunun örtülü de olsa sadece raflara dizilerek saklanamayacağı bilgisi ile özel olarak iklimlendirilmiş bir ortam gerekiyordu, ancak muhafaza edilirken aynı zamanda da bir müze gibi görülebilir ve uygun koşullarda incelenebilmek üzere bu metinlere, kitaplara erişilebilir olması gerektiğini öngördük. Amaç depolamaktan öte, binanın olduğu gibi, kitapların da değerini bilmek ve paylaşılabilir olmasını sağlamaktı.  Bunun için gerekli altyapının binayı zedelemeyen bir tavırla saklandığı ve aynı zamanda bu teknik hacimin mimari, çağdaş bir vurgusu olmasını arzuladık. Saydamlık ve koyu renk cam kullanılması sayesinde mekân içinde mekân yaratırken, bu yeni mekânsal hareketle eskiyi yansıtmak ve görsel olarak bir içiçelik elde etmek mümkün oldu.

Tarihi yapılarda doğal malzemelerin tercih edildiğini biliyoruz. Eski doku da doğal taş bu projede. Siz yeni malzemeleri bu projede düşünürken dikkat ettiğiniz hususlar oldu mu? (Varsa hangi taşı kullandınız ve yöresi neresi idi? Diğer malzemeleri nasıl seçtiniz biraz bilgi verebilir misiniz?)

Zemin dışında, ki bu yine mekanik ve elektrik aksamı altında çözdüğümüz için gerekli idi ve zemin halihazırda orijinal olarak korunmuyordu, bir eklenti yapılmadı. Tarihi dokuya eklemlenen modern altyapı ile, işlevsel olarak yapının ve hizmetlerinin etkinliğinin arttırılması, ve bunu yaparken minimal müdahale yaklaşımını bu renovasyonun ana ilkesi idi.

Tabanlıoğlu Mimarlık olarak yaptığınız projeleri yakından izliyoruz. Okuyucularımızın da sizinle ilgili biraz daha güncel bilgilere sahip olabilmesi için son yıllarda ürettiğiniz mimarlıklar ve yenilikler hakkında bilgi verir misiniz?

Kültür yapıları ve bu tür yapıların merkezde yer aldığı kültür yerleşkeleri her zaman heyecan verici projeler bizim için. İlginçtir ki bu projelerin büyük bir bölümünü Afrika ülkelerinde gerçekleştiriyoruz. Sanırım hali hazırda tamamlanan üç Afrika projemizin -sırasıyla Trablus, Sipopo, Dakar Kongre Merkezleri ile yakında inşaatı tamamlanacak olan Selçuklu Kongre Merkezi- bize açtığı değerli bir alan bu.  Bunun dışında BAKSI Kültür Sanat Vakfı ile birlikte Bayburt’ta gerçekleştirmekte olduğumuz BAKSI Hüsame Köklü Kadın istihdam Merkezi bizi özellikle heyecanlandıran bir proje; Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin mekân deneyiminden sonra bambaşka bir coğrafya ve kullanıcı profiline hizmet verecek, ancak yine benzer alanda, kamusal bir proje.  Bunlar dışında, çeşitli fazlarda ve Amerika’dan Körfez Ülkelerine farklı coğrafyalarda, otuz civarı proje ile çalışmalarımız sürüyor.

Söyleşi yaptığımız her mimara yerel veya global olarak izlediği ve önemsediği tasarımcı ve/veya mimarları soruyorum. Eğer sizin de varsa paylaşırsanız memnun olurum…

Halen Milano, Londra, New York, Miami gibi küresel merkez olma niteliklerini sürdüren Batı merkezli bir etkinlik sözkonusu olsa da Hong Kong, Dubai, Doha, İstanbul gibi, Doğu temsiliyetini batılı nitelikleriyle ve hedefleriyle de yükselten birçok kent, bu hareketliliğin taşıyıcısı olmanın ötesinde üreticisi olma konumunda, taşıdıkları kültür ve özgün değerlerle çağdaş eğilimleri yansıtarak varlıklarını etkinleştiriyorlar. Latin Amerika’dan İran’a, genç mimarlar çok dikkat çekici işler üretiyorlar, artık yıldız mimarlar kadar gençler de projeleriyle 21. yüzyıl mimarlık lugatinde yer alıyor, hatta öncü projeler geliştiriyorlar. Bu çerçevede Türkiyeli mimarların uluslararası tanınırlığı, küresel arenada kabulu, özellikle son 10-15 yıldır bizleri mutlu eden bir gerçek.  İnşaat sektörü uzun yıllardır yurtdışında başarılı işler yapıyordu, artık tasarım ve fikir ihraç edebilir durumdayız. Amerikalı, Avrupalı mimarlarla yarışabilecek, proje alabilecek konumdayız.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın