DEĞİŞEN SERGİ MEKANLARI MİMARİSİ ÜZERİNE CEM SORGUÇ İLE SÖYLEŞİ

Eserle ile eserin sergileneceği yapı arasında bir gerilim olduğu söylenebilir. Hangisinin öne çıkacağı konusunu hep gündemdedir. Başarılı işleri ile tanınan mimar Cem Sorguç’a sergi mekanları bağlamında bu konuyu sorduk. Kendisi dünya genelinden örnekler vererek bir sergi mimarisinin nasıl olması gerektiğini anlattı.

  • Cem Bey, öncelikle size değişen sergi mekânını mimarisini sormak istiyorum. Bir sergi mimarisinde nelere dikkat edersiniz?

Sergileme mekânı tasarımının bahsini kabuk dahil bir mimari bütün olarak, yapı olarak mı, bir iç mekân kurgusu olarak mı yoksa mevcutlar içerisinde bir pasaj olarak mı açtığımız önemli. Her kapsamda sergilemelere pasif davranan bir kurgu ile mekân olarak kendini de gösteren, sergilenenlere kendini ilave eden bir anlayış olmak üzere iki farklı damardan bahsedilebilir. Bu ikincisini daha çok yapı ölçeğinde ve kabuğu ile sergilediği tavır olarak görüyoruz. Bulunduğu yerde, şehirde ayrıştırma, ikonlaştırma, işlevsel varlığı ile paralel mimari bir tezahürü olarak çehreleşmesi. Zaha Hadid’in Roma’daki Maxxi Müzesi buna iyi bir örnek ki Hadid mimarlığının genelinde olduğu gibi iç mekân ile paralel bir kurgusu var. Sanaa’nın Newyork Bowery’deki yapısı da yerinden sakinliği ile kopuyor ve mekânlarını işlevine rahat bırakıyor ki henüz görmedim ama Herzoug&deMeuron yeni sonlanan Tate binası da benzer izi taşıyor.  İç mekânların katı partisyonlardan oluştuğu Josep Lluís Sert’in Fondation Maeght’ı Renzo Piano’nun mükemmel Beyeler Müzesi ise başka bir yere tarifli, mekân mimari olarak da size mekânlarını ve detaylarını sunuyor bulunduğu kır ile arasında ilişkiyi açık tutuyor tıpkı Steven Holl’un Helsinki şehri ile müzesinin ilişkisi gibi. Lafın özü yeri, içi, duruşu, gayesi gibi nedenlerden dolayı muhtelif tavırlar kollanabilir. Ama sergilemeyi ve çeşitlemelerini sekteye uğratmaması önemli.

  • Başlangıçtan beri mimarla, mimari eser arasında sanki bir çekişme oluyor diyebilirz. Bir gerilim var; yapı mı öne çıksın yoksa eser var oluşsal olarak kendini öne mi çıkarsın?

Aynen bundan bahsediyorum…

  • İşte o gerilimde siz nereye oturuyorsunuz?

O zaman, tam ikisinin ortasında bir yerde duruyorum diyebilirim. İç mekân ve sergileme alanlarında sakin bir tavır sergilemenin iyi olduğunu düşünürüm. Rol çalmamak asıl amacı perdelememek, düğünde ikinci gelin olmaya çalışmamak diyeceğim ama 2 gelinli düğün de hiç de fena bir performans oluşturmayabilir bahsini geçirip  Gehry ve Hadid’i anabilirim.

Bu tür yapılar içerinin şehirdeki göz kapısı dolayısıyla mimari’nin iyiden iyiye pasifize olduğu bir yapıdansa paylaşımını şehir ile eser ortak paydada, görünmez bir mutabakat zemininde kuran yapılaşmaların makul olduğunu düşünüyorum. Lakin bu bir formül gibi tınlasa da tamamıyla bağlamsal bir politik tavır sergilemeli. Bir şehir yapısı belleğimizden dolayı sürekli şehir yapısı atfediyoruz ama bu da başka bir gerilim.

Tüm bunların dışında yapısal olarak başka bir işlevin sergileme vs için dönüşümü söz konusu ise buradaki hassasiyet mevcutun hali üzerinde oluşuyor. Dönüştürme, şayet bir tanık yapıysa bu tanıklığını örselemeden, bunu sergilemenin bir paydası kılarak etrafında oluşmalı.

  • Siz son dönemlerde neler yaptınız sergiye yönelik?

Sergi tasarımına yönelik yakın zamanda İstanbul Modern’de küratoryal bir deneyimim oldu. Bu aslında içerden mekâna çıkmak olduğu için bir mimar olarak fena bir deneyim olmadı.

Bunun dışında zamanında dost ahbap’a Beyoğlu bölgesinde 19.yy yapıları içerisinde ufak atölyeler, sergi alanları oluşturmak var.

  • Kendi serginiz kaç metrekareydi? Nasıl bir dizilim ön gördünüz? Hiçbir muhalefet oldu mu siz orayı tasarlarken?

200 küsur metrekare. Serginin izleğini mekâna çevirdik. Mekân da evvelinden belli olduğu için olası kurgu ihtimalleri dâhilinde izleği de belirledi. Mevcut ve yaptığınız işe, oluşturduğumuz malzemeye göre kısıtlı bir mekân ile baş etmek zorunda olmak da demekti.

Temelde birbiri ile ilişkili üç ana parçadan oluşan bir sergi ve bunun bir dizilimi söz konusu.

Tasarlarken herhangi muhalefet olmadı bilakis İstanbul Modern’in ve oradaki kişilerin desteğini, yardımlarını anmam gerekir.

  • Galerici ya da müzedeki müdürün mimara talebi ne oluyor? Mimarı ne kısıtlar? Ayrıştıkları yer ne oluyor sizce?

Eğer yapı çok belli değilse, bir kere ebat ve sergilenecek şeylerle ilgili elini kolunu bağlamak istemeyecektir, istemiyorlar da zaten. Mesela orası sadece video art üzerine, yani bir takım black box’lar ile üç ay açık kalabilir. Yine enstalasyon ve benzeri bir çalışmayla açık kalabilir. Artık sanatı sadece belli noktalara sıkıştıramadığımız için temsil çeşitliliğinden bahsediyorum. Dolayısıyla galerici, mekânda çok fazla oynadığı için, bunun en belirleyici hali olduğundan hacme ihtiyacı var. Benim bildiğim ve duyduğum kadarıyla veya bize gelenler itibariyle, rahat olmak istiyorlar. Aslında talep edilen hem yüksekliği hem taban alanı hem de mekânların istenilen şekilde esneyebilmesi, bir araya gelmesi ve parçalanabilmesiyle oluşan esnek bir sistem Bunun eskisinden çok da farklı olduğunu düşünmüyorum. Tek katlı ya da üç katlı yapı olması fark etmez.

  • Çok çeşitlilik olduğu için mi esneklik isteniyor?

Aslında genel olarak da okuma, yazma, sosyal medya hesapları falan sanatın sunumunun bunlardan çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü artık sanatın tüketimi de külliyen bir tüketim değil; yani siz bir yerden içeri girip öbür kapısından çıktığınız zaman, bütün her şeye hâkim olma ihtimaliniz çok düşük.  Kendi içerisinde sanat eseri itibariyle de böyle çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Onun içerisinde belli noktalardan ne alıyorsan alıyorsun ve geri kalanlarını terk ediyorsun. Bu bizim psikolojik dikkatimizle ilgili. Muhtemelen oraya doğru gitti. Zaten şu anda büyük paket olarak sanat tüketimi de bu kare içerisinde, müzikte de aynı şey var. Yani çok kolay ulaşılabilir ve taşınabilir hale gelmesinden bahsediyorum. Edebiyatta da artık bu var; D&R’a girip, en fazla satılan şeylere baktığım zaman tamamıyla pasajlardan oluşmuş kitapları, derleme kitapları, dergiden hallice olanları görüyorum. Dolayısıyla insanlar artık fragmanlarla yaşıyorlar diyebiliriz.

  • Sanat mekânının bulunduğu yeri dönüştürmesi, sanat merkezlerinin kentin belli bölgelerini dönüştürmek için öncü kuvvet görevi üstlendikleri söylenebilir mi sizce?

Söylenebilir tabii ve bu daha çok Gehry’nin Bilbao’daki Guggenheim Müzesi ile konuşulur oldu ve “Bilbao Efekt” olarak da tanımlanageldi. Ben Bilbao’daki gibi, bulunduğu yeri turizm ve buna bağlı ekonomisi ile dönüştürmesinin yanı sıra özellikle bizim gibi topraklarda bulunduğu yerin toplumsal yapısını etkilemesini daha çok önemsiyorum. Kent içerisinde de sanat merkezleri ve sanatçıların adres göstererek yerleşimi, buraların odaklaşmasının ilk elden kulağa iyi gelse de şehir için bazı sakıncaları oluşabiliyor. Memleket özelinde bahsedeceksek ben de soruya şöyle bir soru-cevap ile gelmek isterim:  Sanat bir öncü kuvvet midir ki üstlendiği görev kenti dönüştürmeye haiz olsun.

  • Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

Bir cevap yazın